İNSTAGRAM

İNSTAGRAM
hayatcemresi_ instagram

بسم الله الرحمن الرحيم

بسم الله الرحمن الرحيم
(İnsanları) Allah'a çağıran,iyi ve faydalı iş yapan ve "Ben müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır?
Fussilet suresi 33.ayet

Kutlu Doğum Programları ile Yerleştirilmeye Çalışılan Soft Peygamber Algısına Reddiye

Henüz 29 Yaşında Hakka Yürüyen bir Şehid'in Dilinden Muhteşem Bir Sohbet

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Günahları Küçümsemek Felaketimizdir

Günahları Tanımak
GÜNAHLARLA barışık yaşayanlar, tuğyana alışanlardır. Günahlara alışmak, Hududullah’ı aşmaktır. Allah’ın mülkünde işlenen günahlar, Allah’a karşı saygısızlığın belgeleridir. 
Günah “Hududullah”ı yani “Allah’ın insan için belirlediği hayat çerçevesini, ilahi sınırları” çiğnemektir. Yani bir “Hududullah” gerçeği var. Yaratan, bir hayat çerçevesi koymuş. Sınırlar belirlemiş. Şunlar yapılabilir, şunlar yapılamaz. “Helaller” en net yapılabilecek olanlar, “Haramlar” en net yapılamayacak olanlar. Bu iki ucun arasındakilere de dikkat edecek insanoğlu... “Haram”a yaklaştığını hissettiklerinden kaçacak, yaptığı her işin “Helal” sınırları içinde bulunuyor olmasına itina edecek.
İnsandan tevbe duyarlılığı isteniyor. Çünkü günah zehir, tevbe panzehirdir. Bu, günah karşısında farkındalığın oluşması ve ondan arınma iradesi demek. “Rabbim beni görüyor. Bir yanlışlık yaptım, yüreğim kirlendi. O, yüreğime nazar ediyor. Yüreğim O’nunla dolu olması gerekirken, kirlendi. Ben Rabbimin huzurunda böyle kirli duramam. Ben Rabbime tahsis etmem gereken bir makamı kirli tutamam” bilincini yüklenmek demek “Günaha alışmak,” hükümdarın sınırlarını yolgeçen hanı yapmak demektir. Dünyevi planda düşünsek kim cür’et edebilir buna? Gelirler ve yakasına yapışırlar insanın. Hesabını sorarlar. Ama insan, Mutlak Hükümdarı unutuyor. Şah damarından daha yakın olanı, her an kendisi ile birlikte olanı, her an nazarları altında yaşadığı varlığı ve O’nun hesap gününü unutuyor.
İlk insanlardan itibaren toprak insanın günahlarına şahittir. Allah’ın hidayetini insanlara getiren peygamberlerin hükümran olabildiği dönemlerde günahın yaygınlaşması azalır gibi olmuştur. Medine’de İslam Medeniyeti berrak bir zeminde yükselmeye başlayınca günahlar en azından kapalı alanlara çekilmiş, alenen günah işlenme seyri azalmıştır. Medine İslam Medeniyetinin yükselişindeki duraklama ile beraber günahların yaygınlaşması da yeniden hız kazanmış, asırlara yayılan uzun zaman içinde yeryüzü cahiliye idrakine yeniden dönmüştür.
Günümüz açısından günahlarda iki önemli husus, iman eden ve Allah Teâlâ’nın günahsız bir hayat emrettiğini bilen her insan açısından göze batmaktadır. Bu iki hususun birincisi, günahların gelişen teknolojinin de desteği ile yaygınlaşması, bir köyde bir kişinin icra ettiği bir suç iken köyün bütününün mutat işi durumuna gelmiş olmasıdır. İkinci husus da şudur: Günahların yaygınlık kazanması, kişileri aşıp köye, mahalleye mâl olması neticesinde kamulaşmasını beraberinde getirmiştir. Artık günahlar, kaçak/gizli işlenen suçlar değil, kanunlar himayesine alınmış haklar durumuna gelmiştir. En adi suçu işleyen bir insan bile devletin himayesi altında Allah’a isyan eder olmuştur. Bu vahim süreçte meseleyi sadece insanlık ve ahlâk boyutu ile ele alabileceğimiz halkı Müslüman olmayan ülkelerde durum böyle iken, halkının Müslüman olduğu, ezanların okunduğu ülkelerde de diğer ülkeleri aratmayacak bir kanunla günahı himaye etme vahameti gelişmiştir. Günahların en küçüğünden en büyüğüne kadar ayıplık perdeleri bile parçalanmış, günahkâra müdahale suç olmuştur. Devlet kimseye alenileştirilmiş olsa dahi günahından dolayı müdahale etmemekte, edeni de suç sayılmaktadır. Çirkin bir örnek olarak önümüzde duran zina ile nikâh arasındaki altüst olma çarpıklığını Lut aleyhisselamın kavminin çarpıklığı kadar rahat izleyebileceğimiz bir örnek olarak inceleyebiliriz. Devletin kayıtlarında nikâhlı olarak görülmeyen bir kadınla bir erkeğin bir nedenle ihbar edilip basılmaları durumunda, aralarında itikatlarına göre bir nikâh kıydıklarını, dolayısıyla gayrimeşru bir iş yapmadıklarını söylemeleri suçlu sayılmaktadırlar. Aynı kişiler, gönül eğlendirdiklerini, nikâhlı olmadıklarını özellikle belirtmeleri durumunda ise yasalara göre takibatı gerektirecek bir suç işlemiş sayılmamaktadırlar. Nereden nereye gelindiğinin bariz bir göstergesi olarak bu durum esef vericidir. Günahı düşünmekten bile çekineceğimiz seviyeden, büyüğü ile küçüğü ile günahla kaynaştığımız seviyelere inmiş olmamız belimizi bükmektedir.
Günah, selim fıtratın kirletilmesidir. Zihin öncelikle günahlar, hatalar ve kötülüklüklerle kirlenir!. Her günah, her hata ve her kötülük zihinde mutlaka bir iz bırakır!. İnsan çok defa böyle bir zihin kirlenmesinin farkına varmasa da zamanla onun tezahürlerini kendi gönlünde ve duygularında hissedebilir. Böyle bir kirlenme, hayırlı işlere devam etme arzusunu kırar, salih amellerde süreklilik isteğini azaltır ve fenalıklara meyil gücünü artırır!.
Evet, günümüzün insanları böyle zihin kirliliği gibi bir afete maruzlar. . . Bugün çarşıya ve sokağa her çıkışlarında gözler yoluyla birtakım haramlara girmeleri neredeyse muhakkak. Ruh dünyalarında bulantı hasıl edecek manzaralar adiyattan. Kulaklar adeta kir taşıyor, diller kir üretiyor, uygunsuz sözler dinleniyor, çirkin laflar ediliyor, sürekli şunun bunun aleyhinde atılıp tutuluyor, konuşmalar gıybetlerle başlıyor, yalanlarla devam ediyor ve sonunda iftiralarla noktalanıyor.
Günahlarımız bizim dostlarımız değil, bizim düşmanlarımızdır. Büyük sahâbi Abdullah İbn Mes’ud radıyallahu anh’ten mevkuf olarak nakledilen bir rivâyette, kişilerin kendi günahlarına karşı farklı iki yaklaşım içinde olduklarına dikkat çekilmektedir: “Mümin, günahlarını içinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş gibi görür. Günaha düşkün (fâcir) kişi ise, günahlarını, burnunun üstüne konan (hemen uçuverecek) bir sinek gibi görür.”(1)
Mü’min insan küçük olsun büyük olsun işlediği günahı kendi içinde başına çökecek dağ gibi görür. Bu aynı zamanda bir iman alâmetididir. Günahları küşümsemek, önemsiz görmek, umursamamak ise, bir nifak alâmetidir. Mümin ve fâcir/günah düşkünü kişilerin gözünde ve psikolojisinde günahın yeri böyle olunca, yeni günahlara dalma ve kaçınma tavırları da bu anlayışlarına göre farklı biçimde şekillenecektir. Toplum boyutunda böyle bir farklılığı, büyük sahâbî Enes İbni Mâlik radıyallahu anh, tâbiîlerden bir gruba yaptığı uyarıda açıkça dile getirmektedir: “Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler yapıyorsunuz ki, biz onları, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında helâk edici büyük günahlardan sayardık. ”(2)
Bu hadisi şerif, Enes İbni Mâlik hazretlerinin kanaatine göre, tâbiîn neslinden kimilerinin gözünde pek küçük görülen bazı fiillerin Rasûlullah zamanında sahâbîler tarafından helâk vesilesi kabul edildiğini, bu ilk iki nesil arasında bile bazı konularda bu derece yaklaşım ve değerlendirme farkı olduğunu bildirmektedir. Hadis ilmi usûlü açısından, bir konuda “Rasûlullah zamanında” kaydı konulursa bu, Hz. Peygamber’in de o bildirilen görüşte olduğu anlamına gelir. Enes b. Mâlik hazretlerinin “helak edici büyük hata sayardık” beyanı, Hz. Peygamber’in de aynı kabul ve tavır içinde olduğunu gösterir. Yani bu beyan “sarâhaten /açıkça merfu (Hz. Peygamber’e ait)” bir açıklamadır. Nitekim Hz. Peygamber’in konuya ait başka uyarıları da bulunmaktadır. Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’ın rivâyet ettiğine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Günahları küçümsemekten sakının! Küçümsenen günahlar, vadinin ortasına konaklamış bir topluluğun durumuna benzer ki o topluluktan her kişi, küçük birer çalı-çırpı getirir. Neticede bu getirilen çalılar, o topluluğun ihtiyacı olan yiyeceklerin pişirilmesine yetecek büyüklükte bir yığın oluşturur. Günahları küçümsemek, sorumlu tutulması halinde sahibini helak eder. ”(3)Konu aldığımız hadîs-i şerîf’te de Hz. Peygamber doğrudan Hz. Âişe vâlidemize hitaben;
“Ey Âişe! Günahları küçümsemekten sakın. Zira, Allah adına onların (her birinin) bir takipcisi vardır”(4) buyurmaktadır. Büyük sahâbî Ebû Eyyûb el-Ensârî radıye anhü’l-Bârî de şöyle demiştir: “Kişi iyilik yapar ve ona güvenir, küçük hatalarını unutur. Bu durumda Allah’a kavuşur, bir de bakar ki o küçük hatalar onu kuşatıvermiş. Yine kişi de vardır; günah işler fakat Allah’ın azabından kurtulmuş olarak Allah’a kavuşuncaya kadar sürekli o günahını affettirme gayreti içinde yaşar.”(5) Esasen olgun mü’min, günah ve hatalarını değil, güzel amellerini azımsar. Gerçekten küçük de olsa, kötü iş ve amellerinin korku ve pişmanlığıyla yaşar. Hatta o kadar ki o, ağzından çıkacak herhangi bir kelimeyi de dilin ameli olarak algılar ve asla küçük, basit görmez, önemser. Çünkü bazen dikkatsizlik ya da küçük görülerek söylenen öyle sözcükler olur ki, -Allah korusun- insanı imandan eder. O halde bazı işleri, sözleri, hataları ve yasakları küçük görmek, önemsememek; birçoğumuzun asıl yanılgısını oluşturur. Bu durumu dikkate alarak, daha bilinçli ve sorumlu müslüman olmaya çalışmak, bizleri ilerideki faydasız pişmanlıklardan kurtaracak tek yoldur. Bu mübarek ayda böylesi bir uyanıklığı kazanmaya çalışmak, fert ve toplum olarak, yaşadığımız dinî ve ahlâki karmaşadan ve kirlilikten biraz olsun uzak kalmamıza yardımcı olacaktır.
Küçüklük ve büyüklük iki itibarî sıfat olup, her günaha arızî olarak eklenebilirler. İnsanın Allah’ın emrini hafife alarak veya alaya alarak ya da umursamayarak işlediği her günah büyüktür. Günahsızlık iddiası, günaha kapı açar. Günahlara zemin hazırlayan büyük günahlardan biri de, günahsızlık iddiasıdır. İnsanın manevi boyutları küçüldükçe, günahsızlık iddiası artar. Asıl kirlenmiş olanlar, kendini tertemiz ve lekesiz görenlerdir. Mevlâna Celaleddin er- Rumî, “Tamlık iddiası, hamlıktır” der.
Küçük günahları küçümseyenler, büyük günahlara zamanla boyun eğmek durumunda kalabilirler. Şunu bilelim ki; büyük günahlara mahkûm olanlar, küçük günahlara aldırış etmeyenlerdir. İnsan, günah içine bir kere girmeye dursun; girdi mi, artık ne ölçü, ne kıstas, ne de değer hükmü kalır. Bir uçağın, baş aşağı yere inmesinde, yer çekiminin hesaba katılmaması ve fıtrat kanunlarının affetmeyeceği çizgiye, yani (kader-denk) çizgisine varılması ne ise, hikmet elinin koyduğu yasaklar atmosferine girmek de aynı şeydir. Adem Nebî, (as) şahsî hayatında açtığı böyle bir gediği, ceyhûn ettiği gözyaşlarından meydana getirdiği ummanlar içinde, yüze yüze aşabilmişti... Şeytan ise, baş aşağı düştüğü o günah gayyasından kurtulamamış ve helak olmuştu. Ve daha “Nice servi revan canlar, Nice gül yüzlü sultanlar, Nice Husrev gibi Hanlar ve nice tâcdarlar, böyle ilk bir adımla günah deryasına yelken açmış, fakat bir daha da; geriye dönmeye muvaffak olamamışlardır Günah, aheste aheste eser insanın içine ve nefsi, bir meltem okşayışıyla okşayarak, gider taht kurar onun gönlüne. Bundan daha kötüsü de insanoğlu, içine daldığı günahlarla, kendinden o denli uzaklaşır ki, his-dünyasında en ufak bir kıpırdanma ve gönül âleminde en küçük bir duyarlılık kalmamış olmasına rağmen, o, kendinde olup biten bu kadar değişikliklerden habersiz ve ruhundan kopan feryatlara karşı alâkasızdır.
Günahları küçümsemek en büyük tuzaklardandır. Damlaların taşı oyması gibi, her günahın karası yürekte leke bırakır. Önemsiz görünen bir hatanın, büyük kazalara sebebiyet vermesi gibi, küçük görülen bir günah büyük günahlara kapı aralayabilir, zamanla büyük günahları da küçük gösterir veya Allah’ın gazabını çekebilir. İnsan önemsemedikçe günahtan çekinmez, çekinmedikçe onu alışkanlık edinir ve karşısına çıkan büyük günahlara düşmesi de kolaylaşır. Mesela, ibâdetinde sebatlı birisinin ibâdetini aksatanlara karşı zamanla içinde kibir hissetmesi, önemsiz görünse bile neticesi çok vahim bir haldir. Zira yüreğinde zerre kadar kibir bulunanın cennete giremeyeceği bildirilmiştir.
Günahı alışkanlık edinmek, insanın ondan kopmasını zorlaştırır. Günahlarda ısrar etmek, gaflet perdesinin zamanla iyice kalınlaşmasına, günahta ustalaşmaya, derinleşmeye giden bir yoldur. Saplandıkça çıkılması zorlaşan bir bataklıktır. Hatta müptela olan insan, günaha günah gibi bakmamaya başlar. Her seferinde, kendisine göre geçerli gördüğü bahaneler bulur. Bazen aynı davranışa tevessül eden itibarlı kimselerden misâller getirir, bazen ucu günahta noktalanan zamana, mekâna ve hadiselere uygun mantık silsileleri üretir, bazen de aşırı tahrik gibi hafifletici sebepler öne sürer. Ancak, bunların hepsi pişmanlık duymaması ve bir sonrakinde yine kolayca günah işlemesi için şeytan ve nefsinin aldatma ve oyalama tuzaklarından başka bir şey değildir. Giydirilen bahane kılıfları ne günahı günahlığından uzaklaştırır, ne de insanı temize çıkarır.
Bahaneler, günahı çirkin görmeyi engeller. Tevbeye yönelmekten, derin bir pişmanlıkla bir daha o günahı işlememe arzusundan, işlenen günaha hüzün duyabilmekten insanı uzak tutar. Şeytanın “evet günahtır ama kaçışın yok, çünkü. . . ” fısıltısı, bile bile ateşe uzanmayı normal bir hal olarak gösterir. Bu sese kulak tıkayabilmenin çaresi, sağlam bir iman ve Allah korkusu ile sabır gösterebilmektir. Nefsin gerçek sahibinin Cenab-ı Hak olduğunu hatırlayarak, O’nun izzet ve haysiyetini düşünerek, O’nun yasakladığı bölgeye, nefsi sokmama isteği, bahaneleri susturur. Zira hiçbir bahane, O’nun rızasını kaybetmenin yerini tutamaz.
Günah, Allah’a karşı saygısızlık olduktan sonra büyüğü veya küçüğü saygısızlığı kaldırmıyor. Kul, bulunduğu nokta itibarı ile hiçbir saygısızlık yapmamayı ilke edinmelidir. İnsan olarak yaratılmış olmak, bünyenin günahla ilişkisinin fıtrattan gelmesi gibi gerekçeler, sıfır günahlı insanı ortadan kaldırmaktadır. Sıfır günahlı insan ya da masum/günahsızlık üzere yaratılmış insan yoktur. Böyle bir insan da bekleniyor değildir. Günahlarla boğuşan ama onlara yenilmeyen, nefis ve şeytanın tuzaklarına kapılmayan insan beklenen insandır. Küçük günah konusunda şu hususlar gözden kaçmamalıdır:
- Süreklileştirilen küçük,
- Küçümsenen küçük,
- Küçük de olsa günahla mutluluk veren küçük,
- Allah’ın affını ve örtmesini önemsetmeyen küçük,
- Teşhirinde arlanılmayan küçük,
- İşleyeni önde duran bir şahsiyet olan küçük, küçük olmaktan çıkar.
Günahın, hatanın, yanlışın ve anormalin işlenip normal görülmesinde, her zaman öne çıkmasa da, aslında onu önemsiz, küçük, basit görme yanılgısı yatmaktadır. Hatayı önemsememek ya aynı hatanın tekrarına ya da yeni hataların işlenmesine zemin hazırlar. Bu yanıltıcı psikoloji giderek çok daha büyük yanlışların yapılmasına sebep olur. Bu konuda bireyler ve toplumlar aynıdır. Hatasını küçük gören, önemsemeyen birey ve toplum zamanla hatalar yığını altında kalmaktan, hatta bazen hataları doğru saymaktan kurtulamaz. Günahın maddi veya manevi kirlilik olarak görülmediği bir çağda yaşadığımızı ne yazık ki itiraf etmek zorundayız. Sadece insan hakkı olarak önümüze konan ve esasen bir günah olan konular dışında ‘günah’ gitgide gündem dışına itilmektedir. Zina bir başlık olmayı yitirmekte ama ‘tecavüz’ yer yer suç olarak anılmaktadır. İleriki dönemlerde tecavüzün de suç olmaktan çıkabileceğini söylemek herhâlde mübalağa olmayacaktır.
__________________
(1)    Bk. Sahih-i Buhâri, Daavat, 4
(2)    Sahih-i Buhârî, Rikak 32
(3)    Ahmed b Hanbel, el- Müsned, V, 331
(4)    Dârimî, Rikak 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 70, 151. Ayrıca bk. İbn Mâce, Zühd 29
(5)    Bk. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 337 (Esed b. Mus’a’nın Kitabü’-zühd’ünden naklen)
MUSTAFA ÇELİK-Misak Dergisi

2 yorum:

HERKES YORUM YAPABİLİR,
siteniz veya bloğunuz yoksa ,profil seçin bölümünden Adı/URL yazan kısma tıklayın ,Ad yazan kısma adınızı ve soyadınızı yazın,
(yorumlarınızda iki isim kullanmanız,aynı isimle yazan diğer kardeşlerimizle karıştırılmamanız için önemli)
URL kısmını doldurmasanız da olur,yorumunuzu yazıp,

" YAYINLA "

yazısına tıkladığınızda yorumunuz gelir,ilginize çok teşekkür ederim.

KUR'AN IŞIĞINDA ÖLÜM, KIYAMET, AHİRET.....Mutlaka dinleyin...

BU SİTEDE YER ALAN KONULAR

Translate

Blog Archive

yasal uyarı

Protected by Copyscape DMCA Takedown Notice Search Tool HAYATCEMRESİ Adlı sitede yayınlanan tüm içerik hayatcemresi2.blogspot.com'a aittir.Hiçbir şekilde izinsiz kullanılamaz.
 
Copyright © HAYATCEMRESİ - Blogger Theme by BloggerThemes & freecsstemplates - Sponsored by Internet Entrepreneur