ALLAH Rasûlü (sas) şöyle buyurdular:
“Boş hayallere kapılıp da böbürlenen ve Allah’ı unutan kul, ne kötü bir kuldur.
Zorba ve mütecaviz olup da, Rabbini unutan kul, ne kötü bir kuldur.
Gaflete dalıp da boşa oyalanan, kabir hayatını ve (yer altında) çürümeyi unutan kul, ne kötü bir kuldur.
Tuğyan eden/azıtan ve ilk geldiği yer ile gideceği nihai yeri unutan kul, ne kötü bir kuldur.
Şehvetlere dalıp da dininin hükümlerini ihlal eden kul, ne kötü bir kuldur.
Tamahın/hırsın sürüklediği kul, ne kötü bir kuldur.
Hevasının ihtiraslarına tabi olan kul, ne kötü bir kuldur.
Zillete sürükleyen şeylere rağbet eden ve kendini bunlara kaptıran kul, ne kötü bir kuldur.”
(Sünen-i Tirmizi)
Hevâsını İlâh Edinen ve Tekebbür Eden İnsan, Ne Kötü Bir Kuldur
Yaratılış hikmetini unutan her mükellefin dünyevi ihtiraslarına teslim olması ve gayr-i meşru işlerle meşgul olması mümkündür. Bu hadis-i şerifi tahlil ederken, bu inceliği dikkate almak gerekir.
Yaratılış hikmetini unutan her mükellefin dünyevi ihtiraslarına teslim olması ve gayr-i meşru işlerle meşgul olması mümkündür. Bu hadis-i şerifi tahlil ederken, bu inceliği dikkate almak gerekir.
“Boş hayallere kapılıp da böbürleneren ve Allah’ı unutan kul, ne kötü bir kuldur. Hayal; aslı olmayan ve hakikatle hiçbir ilgisi bulunmayan düşüncelerdir. Böbürlenmek ise; cehalet, aldanma, gaflet ve bilgisizliktir. Istılahta ise; gayr-i meşrû işlerle övünmek ve batıl şeylerle avunmak demektir.
Böbürlenmek/gururlanmak; şeytanın bir vesvesesi olup, kişiyi rahmetten mahrum ederek, ateşe sürükleyen bomboş hayallerdir. Böbürlenen insan, hayal dünyasında kendisine öyle bir makam kurar ki, bu makama (hâşâ) Allah (cc) bile erişemez.
Görüldüğü gibi; aslında acziyetin ve sapkınlığın bir göstergesi olan gururda; kulun ancak kendi kendine kötülüğü ve ihaneti söz konusudur. Çünkü kul hem kendisinin ne olduğunu ve hem de yaratanını unutmuştur. Allah Rasûlü(sas) bu tehlikeyi bizlere şöyle bildiriyor: “Adamın biri böbürlenerek yürürken Allah onu yerin dibine geçirmiş ve bu kişi kıyamete kadar batmaya devam edecektir.” (Buhari); “Üç şey helâk edicidir. Bunlar cimrilik, heva-i nefsin ihtiraslarına tabi olmak ve kişinin kendisini beğenmesidir.” (Beyhaki, Taberânî)
Allah(cc)’ı unutan kul; kötülerin de kötüsüdür. Zira O Allah(cc) ki; gururlanan aciz kulun kendisini de, böbürlenmesine vesile olan her şeyi de yaratan tek mabuddur. O Allah(cc) ki; eşsiz, ortaksız tek büyük ve aklın mümkün gördüğü her şeyden daha yüce olandır.
Müslüman şahsiyete yakışan odur ki; şeytani bir tuzak olan boş hayallere kapılmadan, sırat-ı müstakimde yürümesidir. Zira ‘Allah(cc)’a iman ettim’ diyen bir kul, imanını sahih hale getirmelidir. Sahih iman, dünyanın her yerinde geçen halis altın gibidir.
Unutulmamalıdır ki; “Allah, gururlananları/böbürlenenleri sevmez.” (Nisa, 36)
“Zorba ve mütecaviz olup da, Yüce Cebbar’ı unutan kul, ne kötü bir kuldur.”
Zorba; gücüne güvenerek başkalarının hakkını zorla alan yani, gücü kötüye kullanan kişidir. Zorba; yalancı, inkârcı, despot, kötü niyetli, bencil ve gaddardır.
Mütecaviz; haddi aşan, saldırgan, hırçın, haksız ve adaletsiz kişidir.
Tariflerinden de anlaşılacağı gibi; her zorba aynı zamanda bir mütecaviz ve her mütecaviz de aynı zamanda bir zorbadır. Bu insanlar Allah (cc)’ın emirlerine, takdirine ve taksimine riayet etmeyerek; yaratanın haklarına tecavüz ederler. Yaratılmışların haklarını gasp ederek de onların haklarına tecavüz ederler.
Zorba ve mütecavizlerle sonuna kadar mücadele etmek aklıselim her mü’minin görevidir. Çünkü bunlar dünyada her şeyin ahengini ve dengesini bozarlar. Öyle büyüklenirler ki; Allah Teâlâ’nın kendilerini bir gün kıskıvrak yakalayacağını akıllarına bile getirmezler. Hâlbuki Allah(cc); dilediğini zorla yaptırmağa muktedir olan Cebbar’dır. Her şey üzerinde Allah(cc)’ın cebbariyeti söz konusudur. Nitekim O, her istediğini yaptırmaya muktedirdir. “O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan… Cebbâr olan Allah’tır.” (Haşr, 23)
Kula gereken şey; Allah(cc)’ın azabı kendisine gelip dokunmadan; hak sahiplerine haklarını iade edip helalleşmek ve derhal Rahman’ın af ve mağfiretine sığınmaktır. Allah (cc)’ın intikamına karşı tek çare; o intikam gelmeden önce yine Allah(cc)’a sığınmaktır.
Rahmet Nebisi(sas) buyurdular: “Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir.” (Buhari, Rikaak) Diğer bir hadislerinde ise;“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir,” dediler. Rasûlullah(sas); “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövüp, buna zina isnat ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biten, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.” buyurdular. (Müslim, Birr)
Mütecaviz zorbalar şunu kesinlikle bilsinler ki; Cebbar olan Allah Teâlâ, mazlumların hakkını onlardan kesinlikle alacaktır. O, şöyle buyuruyor: “Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecavüz ve zulüm vaki olursa, emin olmalıdır ki Allah ona mutlaka yardım edecektir.” (Hac, 60)
“Gaflete dalıp da boşa oyalanan, kabirleri ve (yer altında) çürümeyi unutan kul, ne kötü bir kuldur.”
Gaflet; dünya ve ahiret hayatı için elzem olan amellerin önemini idrak edememek ve farkına varamamaktır.
Gaflet; nefsin heva ve hevesine uyarak, Allah Azze ve Celle’nin lütfettiği maddi ve manevi imkânları değerlendirememektir. Değerli şeyleri bırakıp, değersizlerle uğraşmaktır.
Gaflet; Allah Teâlâ’ya ve O’nun dinine karşı ilgisiz kalmak; gerçekler karşısında boş bulunmak ve olunması gereken yerde olamamaktır.
Gaflete düşene; ‘gafil’ denir. Gafiller gerçekleri göremez, duyamaz ve idrak edemezler. Böyleleri için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Andolsun, biz cin ve insandan birçoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır. Zira onların kalpleri vardır, ama onlarla gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır, lâkin onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.”(A’raf, 179)
Gafletin sebepleri genelde; cehalet, kibir, tamah, yaratılış gayesi ve ölümü unutmak gibi nefsi hastalıklardır. Bu haller insanı öyle örter ve öyle kaplar ki; insan ölmeden mezara gömülmüş gibidir. Yaşayan ölüye benzer. Bu halin tehlikesine karşı Rasûlullah(sas) uyarıyor: “Allah’ım beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle baş başa bırakma.” (İbn-i Hanbel)
Gafletten kurtulmanın en güzel yolu; ilim, zikir, tefekkür, tevbe, istiğfar, dua ve niyaz ile meşgul olup, yaratılış gayesi ve ölümü hiç unutmamaktır. Allah Teâlâ buyuruyor: “Rabbini; içinden, yalvararak ve ürpererek yüksek olmayan bir sesle zikret. Gafillerden olma.” (A’raf, 205) Gaflete daldığımız ânı, zamanı ve zemini hemen terk etmek kurtuluşun ilk adımıdır. Nitekim Rahmet Nebisi(sas) buyurdular: “Size gaflet gelen yerinizi değiştirin.” (Ebu Davud, Salât)
Müslüman şahsiyet, devamlı müteyakkız olmak durumundadır. Nitekim Allah Azze ve Celle’nin kabul edeceği ibadet; gafletten âri ve ihlâs ile yapılmış olandır. Bu şuurda eda edilmeyen ibadet, ancak bir yük ve yorgunluktan ibarettir. Rasûlullah(sas) bu konuda bizleri şöyle uyarıyor: “Nice oruç tutanlar vardır ki onların nasibi açlık ve susuzluk, nice gece ibadetine kalkanlar vardır ki onların nasibi de ancak uykusuzluktur.” (İbn-i Hanbel)
Unutmayalım ki, hayat sanıldığı kadar uzun değildir. Ağızların tadını bozan ölüm, bedenleri çürütecek olan kabir, bizlere en az hayat kadar yakındır. Allah Teâlâ hatırlatıyor: “Gerçek vaad yaklaşınca; işte o zaman, inkâr edenlerin gözleri donakalır; ‘Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik; bilâkis, bizler zalim kimselerdik’ (diyecekler)” (Enbiya, 97)
“Tuğyan ve isyan eden; ilk geldiği yer ile gideceği nihai yeri unutan kul, ne kötü bir kuldur.”
Tuğyan; azgınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, taşkınlık ve sapıklık gibi manalara gelir. En büyük tuğyan; kulun, Allah Azze ve Celle’nin hükümlerini ve takdirini hafife alması, önemsememesi ve kendisini Allah(cc)’a muhtaç görmemesidir.
Tuğyan eden kişiye; ‘tağut’ denir. Allah Teâlâ insanlık tarihinin her döneminde, tağutların azgınlıklarına karşı insanları uyarmaları için Rasuller göndermiştir. Çünkü tağutlar, insanları Allah(cc)’a kulluktan çevirip kendilerine kul edinmektedirler. Yüce Mevlâ’mız buyuruyor: “Andolsun ki biz her ümmete; ‘Allah’a kulluk edin ve tağutlardan kaçının’ diye nasihat eden bir Rasul gönderdik.” (Nahl, 36)
Bu gün yeryüzündeki bütün rejimler; insanların heva ve heveslerinden kaynaklanmış olup, Allah(cc)’ın hükümlerine muhalif ve onların yerine geçmek üzere kurulmuştur. Bu haliyle bunların isimleri her ne olursa olsun istisnasız hepsi küfür ve o rejimleri kabullenen ve uygulayanların hepsi de tuğyan içinde yüzen birer tağutturlar.
Kendilerini ilah gibi gören tağutlar o kadar ileri giderler ki; insanların nasıl düşüneceklerine ve nelere inanacaklarına bile onlar karar verirler.
Müslüman şahsiyete düşen odur ki; malıyla, canıyla, diliyle, kalbiyle… Hâsılı bütün değerleriyle tağuta karşı savaşmasıdır. Bu savaş her müslümanın üzerine farz-ı ayndır. Nitekim Allah Rasûlü(sas) buyurmaktadır: “Her kim;(tağuta karşı) cihat etmeden ve onunla mücadele arzusunu ruhunda duymadan ölürse, nifaktan bir şubesi üzerine ölmüş olur.” (Müslim)
Allah Azze ve Celle, kullarının sığınabilecekleri tek muhkem kaleyi şöyle bildiriyor. “Kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 256)
İsyan; itaat etmeme, emre boyun eğmeme, başkaldırı, Allah(cc)’ın takdiri ve hükümleri çerçevesinde üzerine düşeni yapmamak gibi manalara gelir. İsyan eden kula; ‘asi’ denir ki; ilahi emre baş kaldırmış, Allah Teâlâ’ya savaş açmış kuldur.
Hâlbuki tuğyan edip azgınlaşan aciz kul bir düşünse; onun evveli bir damla kirli meni ve ahiri de toprak altındaki kurtlara yem olacak bir leştir.
Kulun mutluluğu Allah(cc)’a itaat edip, asla isyan etmemektedir. O’na itaatte rahmet, isyanda ise azap vardır. Çünkü Hakka isyan; şeytani amellerden olup, lanet vesilesidir. Allah Teâlâ uyarıyor: “…Her kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 36)
Müslüman şahsiyet, Hakka itaat bâtıla da isyan ile yükümlüdür. Çünkü hak; Allah Azze ve Celle’nin razı olup takdir ettiği, batıl ise kulların heva ve heveslerinden türettikleri sapkınlıklardır. Kurtuluş ancak Hakka teslim olmadadır. Rasûlullah(sas) buyurdular: “Size, Allahtan korkmanızı, dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Habeşî bir köle bile olsa, ona itaat edin. Benden sonra yaşayanlar, birçok karışıklıklar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime ve hidayete ermiş olan râşid halifelerimin sünnetine sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerle ısırıp bırakmayın. Sonradan uydurulmuş işlerden uzak durun. Çünkü sonradan uydurulmuş her şey bidattir. Her bidat da sapkınlıktır.” (Tirmizi)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasule de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin...” (Nisa, 59)
“Şehvetlere dalıp da dinini ihlal eden kul, ne kötü bir kuldur.”
Şehvet; nefsin aşırı ölçüde değer verdiği arzu ve istekleridir. Cinsel istekler başta olmak üzere, nefsin arzuladığı her şey şehvet olabilir.
Şehvet, nefsin ölçüsüz ve hak olmayan bir arzusu olduğu içindir ki, ona gösterilecek hak bir muhalefet; insanı ateşten kurtarır ve ebedi saadete eriştirir. Nitekim Rab Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini hevadan (boş istek, arzu ve şehvetten) uzak tutarsa, yegâne gireceği yer muhakkak cennettir.” (Naziat, 40-41)
Kula tahakküm eden şehvetlerin başında; cinsi arzu ve istekler gelir. Öyleki bu cephe insanların en zayıf olduğu ve en çok hataya düştükleri sahadır. Nitekim Rasûlullah(sas)’a; insanları ateşe en çok atan şeyin ne olduğu sorulduğunda, O; “Ağız ve ferctir” buyurdular. (Tirmizi, Birr)
Ateşe atacak olan ağızdan kasıt; haram yemek ve dilin afetlerine dur dememektir. Fercten kasıt ise, cinsi şehvettir. Öyle ki; hayat rehberimiz olan Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, Müslümanların vasıflarını sayarken; “Onlar ki, fecrlerini muhafaza ederler.” (Mü’minun, 5) buyurmaktadır.
İnsanın aklını esir eden ve onun iktidarını eline geçiren şehvet; kulu kendine köle eder. Aklı ve idraki elinden alınmış olan bu köle; hiçbir hukuk tanımadan nefsin her arzusunu yerine getirmeye çalışır. Kul hakkı başta olmak üzere, Allah(cc)’ın hakkı olan dinin hükümlerini ifsat ve sınırlarını ihlal eder. Oysa kula yaraşan odur ki; şehvet fırtınasından, hemen rahmet barınağına sığınmaktır.
Şu da hiçbir zaman unutulmamalıdır ki; insanın, Allah Azze ve Celle’nin takdir ettiği tabii ihtiyaçlarını, O’nun razı olduğu meşru ölçüler içerisinde karşılaması şehvet olamayacağı gibi ibadet derecesinde salih ameldir.
“Tamahın/hırsın sürüklediği kul, ne kötü bir kuldur.”
Tamah; aç gözlülük, doymazlık ve nasıl olursa olsun mal toplayıp biriktirme hırsıdır. Malı hayırda kullanmamaktır. Bu hal dinimizce şiddetle kınanmıştır. Rasûlullah(sas) buyuruyor: “İki aç kurdun bir koyun sürüsüne vereceği zarar, mal ve makam sevgisinin (tamahkârın), Müslümanın dinine vereceği zarardan daha fazla değildir.” (Bezzar)
Tamahkâr insan, basit çıkarlar uğruna kendini zelil eder. O ihtiyacı olduğu için değil, kanaatkâr olmadığı için ister. Bu da onun doyumsuzluğunu artırır. Tamah aslında; susadıkça deniz suyu içenlerin içtikçe susuzluklarının artması gibidir. Zira tamahın olduğu yerde kanaat ve şükür yoktur.
Hırs; şiddetle istemek ve aşırı derecede arzulamak gibi manalara gelir. Temelde manevi açlıktan kaynaklanan hırs; gerçekleri görmede ve gerçeğe varmada insanın önündeki en büyük engellerdendir.
Cahil insan, mala karşı tamahkâr ve dünyaya karşı aşırı derecede hırslıdır. Oysaki bunlar basit geçimlikler olup, birer imtihan vesilesidir. İşte bu gerçek anlaşıldığında da çoğu zaman iş işten geçmiş olur. Rasûlullah(sas) bizleri bu konuda şöyle uyarmaktadır: “Âdemoğlu yaşlanır; fakat ondaki iki şey gençleşir: Mal üzerine hırs ve ömür üzerine hırs” (İbn Mace)
Açgözlü ve hâris olan insan, dünyada mutlu olamayacağı gibi, ahirette de ebedi saadete erişemeyecektir. Çünkü o, dünyada hakkın değil hırsının peşinde yürümüştür.
Kula yakışan odur ki; kendisini adım adım nankörlük belasına sürükleyen tamah ve hırs illetlerini, şükür ilacıyla tedavi etmektir.
“Hevasının saptırdığı kul, ne kötü bir kuldur.”
Heva kelime olarak; hızla süzülüp inmek, düşmek ve mahvolmak gibi manalara gelir. Diğer bir ifade ile nefsin hoşuna giden, gelip geçici, faydasız ve boş şeylerdir.
İslami ıstılahta ise heva; nefsin şehvetlere eğilimi, keyfe ve rahata düşkünlüğüdür. Vahyi hafife alarak diline geldiği gibi konuşmakta hevaya tabi olmak şeklinde ifade edilmiştir. (Y: KERİMOĞLU, Kelimeler Kavramlar)
Kulun, nefsinin isteklerine uyarak heva ve hevesinin peşinde koşması onu haktan uzaklaştırır. Haktan uzaklaşan insan da bâtılın, dalâletin ve sapkınlığın içindedir. Bu da kulun mahvolması demektir. Rab Teâlâ bizleri uyarıyor: “Allah’tan bir hidayet olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kim olabilir?” (Kasas, 50)
Allah(cc)’ın vahyine rağmen hevasına uyanlar; hevalarını ilah edinmiş birer sapıktırlar. Çünkü bunlar; hevalarından uydurdukları şeyleri Allah(cc)’ın hükümlerinden hoş ve üstün tutmaktadırlar. Allah(cc)’ın rızası yerine hevalarının rızasını tercih etmişlerdir. Onlar, hidayet yolu gösterildikten sonra dalâleti tercih etmişler ve dolayısıyla Allah(cc)’ı bırakıp, hevalarına tapınmaya başlamışlardır. İşte bunun içindir ki; heva putuna tapanlar, bilinen putlara tapanlar kadar şirkin içindedirler. Nitekim Rasûlullah(sas) buyurdular: “Allah’tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların en kötüsü kişinin hevasıdır.” (Taberani)
Hevasını ilah edinenlerin hâkim olduğu bir dünyada huzur, mutluluk, hak ve adaletten bahsetmek mümkün değildir. Çünkü o dünyada, heva ilahları devamlı birbiriyle çatışacağı içindir ki; fesat, fitne, haksızlık ve zulüm hiç eksik olmayacaktır. Bütün emniyetlerin yok edildiği böyle bir dünyada; mü’minlerin, hevalarını ilah edinmiş olan fesatçılara karşı mücadele etmeleri muhkem bir farzdır.
Müslüman şahsiyete düşen odur ki; heva ve hevesi bir kenara bırakıp, vahyin nurlu yolunda, biricik önder ve örneği olan Hz. Muhammed(sas)’in yürüdüğü gibi yürümektir. Çünkü O, hiç hevasından konuşmamış ve hevasının peşinde koşmamıştır. Nitekim Allah Azze ve Celle; “O (Rasul) kendi hevasından söz söylemez.” (Necm, 3) buyurmaktadır.
Hevasına uyanlar içinse; “O hevasını ilah edineni gördün mü? Onlar hayvan gibidirler. Hatta yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan, 43-44) buyuruyor.
Şu bilinmelidir ki, hevasının peşinde koşan insanın kazancı; uçurumun kenarına çerçöpten yapılmış temelsiz iğreti yapı gibidir. Ne dünyada bir faydası olur ve nede ahirete.
“Zillete sürükleyen rağbete kendini kaptıran kul, ne kötü bir kuldur.”
Zillet kelime olarak; aşağılık, horluk, hakirlik ve seviyesizlik gibi manalara gelir. Zilletin zıddı izzet olup; üstünlük, şeref ve muhteremliktir.
Rağbet ise; bir şeye değer vermek, arzulayarak istemektir. Diğer bir tanımla rağbet; teveccüh etmek, hoşlanmak, beğenmek ve yönelmek gibi manaları ifade eder.
İzzet ile yaratılmış olan kul bazen, şeytan ve nefsinin telkinleriyle zelil bir inanç ve yaşantıya rağbet edebilir. Oysaki Allah Teâlâ insanları, razı olduğu izzetli İslam fıtratında yaratmıştır. Yanlış tercihiyle zillete rağbet eden kul izzetini yitirir. Bu ise onun için büyük bir hüsrandır.
Kulun zillete rağbet etmesi; Elest bezminde Allah(cc) ile yapmış olduğu misakını unutması, O’na verdiği sözü tutmaması ve ahde vefa etmemesinden dolayıdır. Hâlbuki kişinin kendi şahsındaki mükemmellikler, çevresindeki her şey, Rahmanın gönderdiği Rasuller ve kitaplar hep bu misakı hatırlatmaktadır. Dünyanın geçici, ahiretinse bâki olduğu gerçeği her nesne tarafından haykırılmaktadır. Bütün bunlara rağmen kulun, ahiret güzellikleri yanında gelip geçici çerçöp mesabesindeki dünyaya rağbet etmesi zilletin en büyüğüdür. Böyleleri için Osman-ı Zinnûreyn şöyle buyurmaktadır: “Dünyanın fani olduğunu bilip de ona rağbet eden kimseye şaşarım.”
Kul; Allah Teâlâ’nın razı olmadığı ve fakat nefsinin istediği süfli şeylere teveccüh ettiği zaman izzet-i nefsini yitirir. Oysaki insanlar, Allah (cc)’ın hükümlerinden razı olup, onlara itaat ettikleri sürece izzet kazanırlar. Nitekim Rab Teâlâ; “İzzet (yalnızca) Allah’ın, Rasûlünün ve Müslümanlarındır.” (Münafikûn, 8) buyurmaktadır.
Zillete düşürmeyen tevazu gerçek şiarı olan Müslüman şahsiyete yakışan odur ki; sahibi olduğu iman gibi yüce bir izzeti korumaktır. Bunun dışındaki bütün hayatlar zelildir. Öylesi zelil bir hayatın sonundaki kazanç ise en büyük hüsrandır. Allah Azze ve Celle buyuruyor: “Kötü amel kazananlara gelince; kötülüğün karşılığı misliyledir. Onları bir de zillet kaplayacaktır. Onları Allah’tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yoktur. Onların yüzleri, sanki karanlık bir gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada ebedi kalacaklardır.” (Yunus, 27)
Bütün mü'min kardeşlerimin,cuması mübarek,işleri,hayır,hayır duaları makbul olsun.
YanıtlaSilÖlüm randevusuna an be an yaklaştığımız aşikar,
o an gelmeden önce kendimize nasıl çeki düzen veririz?
yanlışlarımız neler?
yapmamız gerenler neler?
işte Mustafa Tuna'nın yukarıda alıntıladığım,yazısında bu sorulara cevaplar bulacaksınız inşeAllah...
"Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben de ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşırsa ben de ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak varırım."
YanıtlaSilhayırlı cumalar ablacım selam ve dua ile...
Selamünaleyküm ve Rahmetullah ve berakatüh,hayırlı cumalar olsun,canım kardeşim sen bu gün bizim ruhumuzu doyurdun Allah cc de seni maddi manevi nimetleriyle doyursun,ah vah dedirtmesin inşeAllah.Yazıyı yazandan yayınlayandan Allah cc razı olsun.Yazı tam bir ders niteliğinde,delilleriyle birlikte akla hitabeden fevkalade olmuş.Kaynağını KuranüAzümüşşan'dan ve Sünneti Seniyeden alan yazılara,yazanın kendini değil de sadece Ayeti Kerimeleri ve Sünneti Seniyeyi işaret eden yazılara ve haddini aşmayan kişilere çok ihtiyaç var,biliyorsun herkes her konuda uzman her konu hakkında fikir ve fetva sahibi.Allah cc doğru bilebilmeyi ve doğru bildiğiyle amel etmeyi nasip etsin.Allah razı olsun senden Hatice,çok güzel şeylere vesile oldun.Teşekkür ederim,emeğine sağlık:)
YanıtlaSilwe aleykumselam we Rahmetullah we berakatuh,
SilRabbim cümlemizden de razı olsun ablacım(amin),
En Emin'e emanetsin...